Batı'nın Karanlık Çağı Doğu'nun Altın Çağı

BATI’NIN KARANLIK ÇAĞI DOĞU’NUN ALTIN ÇAĞI
Özet
Orta Çağ, Batı’da ve Doğu’da farklı bir seyir izlemiş, her iki coğrafya’daki etkileri farklı olmuştur. Batı’da, çoğunlukla Avrupa kıtası; Kilise, Derebeyleri ve Kralların etkisinin hakim olduğu bir dönem söz konusu olmuş, bilimsel çalışmalar önemsenmemiştir. Doğu’da ise, çoğunlukla İslam ve Hint medeniyetinin hakim olduğu coğrafyada, Padişahlar ve Sultanların etkisi altında bilimsel faaliyetler ön plana çıkmış ve sonraki dönemin aydınlanma hareketlerine ışık olmuştur.
Batı’nın Karanlık Çağında Avrupa’yı etkilemeye başlayan Hıristiyan inancından dolayı bilimsel faaliyetler apolojetiğin etkisi altında kalmış, deney ve gözleme dayanan çalışmalardan ziyade İncili anlamaya yönelik teosantrik merkezli çalışmalarla sınırlı kalmıştır. Oysa aynı dönemde Doğu’da Müslüman, Asuri ve Hintli bilim insanları astronomi, tıp, matematik, geometri gibi bilim dallarında önemli buluşlara imza atmıştır. Doğulu bilim insanlarının çalışmalarının etkileri doğal olarak coğrafyadaki günlük yaşamda da etkili olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Feodalite, Kilise, Bilimsel Çalışmalar, Medeniyet.
DARK AGE OF WEST, GOLDEN AGE OF EAST
Abstract
The Middle Ages had a different course in the West and in the East. In the West, mostly in Europe; There was a period dominated by the influence of churches, feudal lords and kings, and scientific studies were ignored. In the East, in the geography where Islam and Indian civilization predominantly dominated, the scientific activities under the influence of the Sultans and Sultans came to the forefront and became a light for the enlightenment movements of the later period.
Due to the Christian belief in the West that began to influence Europe in the Dark Age, scientific activities remained under the influence of apolomics and were limited to the theocentric centered approach to understanding the Gospel rather than the studies based on experimentation and observation. In the same period, Muslim, Assyrian and Indian scientists in the East made significant inventions in the fields of astronomy, medicine, mathematics and geometry. The effects of the work of Eastern scientists have naturally been effective in everyday life in the geography.
Key Words: Feudalism, Church, Scientific Works, civilization.
Giriş
Avrupa için Karanlık Çağ olarak isimlendirilen Ortaçağ, Doğu için parlak bir dönem olmuş ve Altın Çağ olarak tanımlanmıştır. Ortaçağ’da Doğu’da ve Batı’da yaşanansosyal, kültüreli, siyasal gelişmeler bilimin ve doğal olarak tıbbın gelişimini de doğrudan etkilemiştir. 
Orta Çağ olarak tanımlanan dönemle ilgili farklı kronolojik tanımlar mevcuttur. Ancak yapılan tanımlamaların başlangıç ve bitiş tarihleri kültürden kültüre, toplumdan topluma değişiklik gösterebilmektedir. Orta Çağ’ın başlangıç ve bitiş tarihleri konusunda farklı görüşler olsa da üzerinde mutabık kalınan tarif Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından XV. yüzyıl Reform/Rönesans hareketlerinin başlangıcına kadar olan yaklaşık 1000 yıllık dönem genel kabul edilmektedir.
Batı Orta Çağını kendinden önceki dönemlerden farklı kılan özellik; kralların merkezdeki otoritelerinin zayıflaması, kırsalda senyör ve vassallardan oluşulan ve feodalite olarak tanımlanan yeni bir yönetim sisteminin varlığı ile Kilise’nin etkinliğini artırması olarak ifade edilebilir.  Batı’daki sosyal, siyasal ve ekonomik yapı yukarıda tarif edildiği gibi şekillenirken Doğu’da ise güçlü Hükümdarlar ve bunların bilimsel faaliyetlere verdikleri destekler daha çok öne çıkmıştır.
Orta Çağ’da Batı
Orta Çağ, Batı olarak kabul edilen Avrupa’da ekonomik, siyasal ve sosyal açıdan kendinden önceki medeniyetlerden farklı özellikler taşımıştır. Orta Çağ Avrupa’sında toplumsal yaşamı şekillendiren özellikler şöyle sıralanabilir: kapalı tarım toplumlarının teosantrik bir anlayışla yönetildiği feodal yapılardan oluşması, merkezi iktidarın yokluğu, yönetimde yerelliğin öncelikli olması, toplumsal hayatın din çerçevesinde yorumlanmasıyla birlikte Hıristiyanlığın kurumsallaşması olarak sıralanabilir.
Feodalite, 17. yüzyılda Orta Çağ’ı tasvir etmek için kullanılmış bir kavramdır. Feodal düzenin oluşmasını sağlayan savaşlar, ittifaklar, evlilikler ve ekonomik ilişkiler aynı zamanda bu düzenin bozulmasını da etkileyen faktörler olduğu söylenebilir. Avrupa’da, 8. zyıldan itibaren, merkezi iktidar yerini yerel iktidarı temsil eden senyörlere diğer bir ifade ile feodal beylere  (derebeyliği) bırakmış ve feodal beyler hem toprağın hem de köylünün sahibi ve efendisi olmuşlardır. Feodalite, Orta Çağ Avrupasının hâkim üretim, yaşam ve siyasal rejimi olarak özellikle 8. yüzyıldan itibaren kurumsallaşarak yaygınlaşmıştır. Bu sistemin amacı, düzenin sağlanması ve bunun da yükümlülük ve adalet ilkeleri çerçevesinde, senyör ile vassal yani ona bağlı olanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve günlük hayatın dine uygun yaşanması çerçevesinde gerçekleştirilmesi olarak kabul edilmiştir. Senyöre hizmet eden vassal, karşılığında kendinin ve ailesinin geçimini temin etmesini sağlayacak bir toprak almış, feodal ilişkilerin kurulması ve toplumda adaletin tesisinin de Tanrı’nın eliyle gerçekleştirildiğine ve Tanrı’nın günlük yaşama müdahale ettiğine inanılmıştır.
Feodalitenin, insanın insana bağlı olduğu bir düzenolduğu ifade edilebilir. Vassallar, senyörlere sadakat taahhüdünde bulunurken; şövalyeler, soylular ve din adamları da kendi üstlerindeki kişilere en son noktada da krala itaatle yükümlü olmuşlardır.
Orta çağ Avrupa’sını ifade eden bir başka kurum ise Hıristiyanlık inancı olmuştur. Roma İmparatoru Konstantin’in M.S. 313 yılında yayımladığı Milano Fermanı ile Avrupa’da Hıristiyanlık güç kazanmış, tesis edilen ve zamanla yaygınlaşan hiyerarşik yapı sonucunda Roma Kilisesi’nin ve Roma Piskoposunun diğer kilise ve piskoposlardan üstün olduğu kabul edilmiş ve Papalık kurumu ortaya çıkmıştır.Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte feodal beylerin yanı sıra kilisenin ve din adamlarının (ruhban sınıfının) Avrupaüzerindeki egemenliği de artmıştır.
Bu çağda, feodal beyler, Krallar ve Kilise, halk üzerindeki egemenliğini Tanrı’dan aldığını iddia etmiş, bu duruise toplumsal tabakalar arasında herhangi bir hareketliliğe izin vermemiştir. Özellikle Kilisenin bu çağda üstlendiği yeni rol manastırlar tarafından reddedilmiş ve Kilisenin güçlenmesi karşısında bir nevi tepki olarak ortaya çıkmıştır. Manastırlar, Hıristiyanlığın ilk dönemlerindeki eşitlikçiliği ve çileciliği benimsemişler ve bu yönleriyle bir süre örgütlü kilise hiyerarşisinin dışında kalabilmişlerdir.
Feodalitenin egemenliğinin artmasıyla birliktebilimsel faaliyetler bütünüyle ruhban sınıfının tekeline girmiş, entelektüel girişimler ruhbanların inisiyatifine bırakılmış, bu da şehirlerin çöküşüne ve kırsal yaşam koşullarının Avrupa’nın hemen her tarafına hâkim olmasına ve kültürel sarsıntıya neden olmuştur. Hatta tıp bilgisi bile büyük ölçüde papazların ve rahiplerin çevresi içinde kalmıştır.
9. Yüzyılın sonlarında başlayan Viking akınları ve yerleşimleri ile Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğunun 10. yüzyılın ikinci yarısında kurulması, Papalıkla mücadelede önemli sonuçlar doğurmuştur. Cermenlerin Hıristiyan olmasıyla, Orta Çağ Avrupasında kaynağı ilahi güç olan iktidar tarafından yönetilen yeni bir toplum anlayışı ortaya çıkmıştır.
Haçlı Seferleri, siyasal ve dinsel otoriteler arasında geçen güç mücadelesinde yeni bir safhayı oluşturmuştur. Bu seferler sonucunda, projenin mucidi olan Papa II. Urban’ın              (1088–1099) ve sonraki papaların, aforoz, endülijans, engizisyon gibi uygulamaları sonucunda Kilisenin siyasal iktidar üzerindeki otoritesi daha da artmıştır.
Papalığın gücüyle birlikte Avrupa’da geçerli olan skolastik düşünce doğrultusunda; her şey Kilisenin çıkarları doğrultusunda açıklanmış, Kilisenin koyduğu kurallar geçerli olmuş, deneye, bilimsel tartışmaya ve eleştiriye kesinlikle yer verilmemiştir. Ortaçağ Avrupasında; Kilisenin pozitif bilimlerin gereksiz ve faydasız olduğunu, Tanrı dışında hiçbir şeyle ilgilenmemek gerektiğini telkin etmesiyle birlikte akılcı, eleştirel özgür düşünce ile bilimin ve sanatsal faaliyetlerin önü kapanmıştır.
Orta Çağ Avrupa’sında sağlık hizmetleri de büyük ölçüde Hıristiyan inancının etkisinde kalmıştır. O dönemde hemşireler toplumda güçlü yerlere sahiptirler ve İsa’nın kardeşlik, sevgi ve şefkat düşüncesinin ışığında insanlara inançları, fiziksel bakımları ve ruhsal gereksinimleri doğrultusunda bakım yapmışlardır.Ancak bu hizmetlerden ruhsal bozukluğu olan birey etkin bir şekilde yararlanamamıştır. Çünkü Orta Çağ Avrupa’sında ruhsal bozukluğu olan birey büyücü, tehlikeli kabul edilmiş ve şeytanın yakaladığı bir büyücü olarak avlanıp, diri diri yakılmıştır. Sadece İskoçya’da 20.000 insan yakılarak öldürülmüştür. Özellikle 15. yüzyılda ruhsal bozukluk, Batı Medeniyetinde korkunç bir felaket olarak değerlendirilmiştir. Orta Çağda akıl hastaları toplumdan tecrit edilmişlerdir. Bu nedenle de hastalar kuşkusuz çok büyük bir ahlaki yargılar bütününün etkisine girmiştir. Akıl hastası olan bireyler toplumun düzen ve huzurunu bozduğu, kötü ruhun temsilcisi olduğu için kentlerin dışına atılmışlar, uzaklara giden tüccar gruplarına emanet edilmişlerdir. Hatta bu dönemlerde yüklerinin yanı sıra akıl hastalarını da bir şehirden başka şehre taşıyan gemiler de kullanılmıştır. Orta Çağ Avrupa’sının ruhsal bozukluğu olan bireye yönelik olumsuz, yargılayıcı tutumları devam ederken, İslam topluluklarında ve Türkler de dini düşüncenin de etkisi ile olumlu, hoşgörü içeren tutumlar bulunmaktadır. Ruhsal bozukluğu olan bireye yardım edilmesi, hatta diğer şahıslardan daha fazla korunması gerektiği kabul edilmiştir. Selçuklular devrinde, ruhsal bozukluğu olan bireylerin tedavisi ile uğrasan hastane-köylerin varlığı bilinmektedir. Yine, Selçuklular ve ilk Osmanlılar döneminde “Şifahaneler” kurulmaya başlamıştır.İlk olarak 1205 yılında Kayseri’de sonrasında 1217’de Sivas, 1272’de Kastamonu ve 1308’de Amasya’da kurulmuştur. Bu şifahaneler ilk olarak “tekke” şeklindeki yapılanmışlar veamacı ruhsal bozukluğu olan bireyi tedavi etmeye yönelik çeşitli alternatifler sunmuşlardır.
12. ve 13. yüzyıllarda özellikle Haçlı Seferlerinden ve 1347 yılındaki Veba Salgınından sonra; Kiliseye ve din adamlarına duyulan güven azalmış, Derebeylik rejimi sarsılmış, Skolastik düşünce zayıflamaya başlamış, Akdeniz limanları ve Akdeniz ticareti önem kazanmış, bu sayede Venedik ve Ceneviz gibi İtalyan şehir devletleri zenginleşmiş, Doğu’daki teknik buluşlar Avrupa’ya taşınmıştır.
Özetlemek gerekirse Ortaçağ Avrupa’sında; düşünce yerine inanç, eleştiri ve tartışma yerine körü körüne benimseme, bilgi yerine skolastik felsefe, bilim yerine din, bilimsel yapıt yerine Kutsal Kitap (İncil), ulus yerine Hıristiyan topluluğu, ülke yerine kilise, hükümdar yerine papa, bu dünya yerine öbür dünya önemli olmuştur.
Doğu’nun Altın Çağı
Ortaçağ Avrupasında Batı’nın aksine Doğu’da bilimsel araştırmalar teşvik edilmiş, 
din-bilim çatışmasına yol açılmamış ve bilim insanlarının bağımsız faaliyetlerini engelleyebilecek tüm unsurlar ortadan kaldırılmıştır.
Ortaçağ’da Doğu kültür ve medeniyetine özellik kazandıran, onu Avrupa’dan ayıran en önemli unsur bilimsel çalışmalar olmuştur. Bu dönemde Selçuklu Sultanı Melihşah zamanında Nizamülmülk’ün medrese sistemini kurmasıyla birlikte bilimsel çalışmalar teşkilatlanmaya başlamıştır.Nizamiye medreselerinin sayısı kısa zamanda artmış, buradaki eğitim parasız olmuş, hatta öğrencilere çeşitli yardımlar yapılmıştır. Abbasi Halifesi 
El Mustanşır tarafından 1234 yılında Bağdat’ta kurulan Mustanşıriye Medresesinde; tıp ve eczacılık, geometri, aritmetik gibi dersler verilmiş, bununla birlikte medrese hastanesi bölge insanına sağlık hizmeti sağlamıştır. Tebriz’de kurulan bazı İlhanlı Medreseleri, Uluğ Bey zamanındaki Semerkand Medresesi ile İstanbul’daki Fatih ve Süleymaniye medreselerinde önemli bilimsel çalışmalar yapmıştır.
Doğu’daki rasathaneler ve hastaneler açısından da 13 yy. önemli bir dönemdir. 
Türk-Moğol savaşları, özellikle rasathanelerin gelişiminde etkili olmuştur. Meraga Rasathanesi ile Tebriz’deki Gâzân Han Rasathanesinde astronomi ve matematik öğrenimi verilmiştir. İslam dünyasından hekimlerin yetişmesi için özel Tıp medreseleri kurulmuş, bu medreselerde eğitim öğretim faaliyetleri daha ziyade usta-çırak usulünde yapılmıştır.
Doğu’da Kabullenici Dönem olarak adlandırılan birinci safhada İslam coğrafyasının üzerinde oturduğu antik kültür ve medeniyet benimsenmiş, Cündişapur (İran/Huzistan)’daki bilimsel çalışmalar örnek alınmış, Antik Yunan ve Hint kültürlerine ait kitaplar tercüme edilerek Abbasiler döneminde Bağdat’ta kurulan Beytü’l-Hikme’de muhafaza edilmiştir.Beytü’l Hikme’den sonra, Musul, Basra, Bağdat, Kahire, Büst (Afganistan), Şiraz ve Rey (İran), ve Kayravan (Tunus)’da kurulan
Dâru’l-ilm/Dâru’l-kütüb, bilimsel çalışmalara destek vermiştir.Yaratıcı Dönem olarak adlandırılan ikinci safhada ise antik dönem bilgileri öğrenildikten sonra, gözlem ve deneylerle elde edilen yeni bilgilerle, bilimsel düşünce seviyesi o döneme kadar görülmemiş bir seviyeye ulaşmıştır. Bu dönemde, Müslüman bilim insanları ve hekimler yazdıkları kitaplarla bilim ve tıp dünyasına 600 yıl boyunca egemen olmuşlardır.Bu dönemde Antik Yunan bilim insanlarının eserleri yok olmaktan kurtarılmıştır. Tıp bilimi açısından bakacak olursak; Yunan (Hippokrates, Galenus, Efesli Rufus, Dioskorides, Oribasius) ve
Hint (Susruta, Caraka, Vagbhata, Zantâh ve Canakya) hekimlerin eserleri tercüme edilmiş, bu kitaplarının kaybolması önlenerek uzak bölgelerde okunabilmesi sağlanmıştır.
Ancak özellikle XII. ve XIII. yüzyıldan itibaren  İslam dünyasında bilim alanında durgunluk ve gerileme emareleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Avrupalılar, Müslümanlar sayesinde unutulmaktan kurtulan Aristoteles, Platon, Hippokrates, Galenus’un yanı sıra İbn-i Sînâ, Râzî, Zehrâvî, İbn-i Rüşd, İbnü’l-Baytâr, Ali bin Abbâs gibi Müslüman bilim adamlarını tanışmışlardır. Avrupa’da XII. yüzyılda başlayan ve çağdaşlaşma hareketi olarak Avrupa’yı uykusundan uyandıran bu dönem, XII. Yüzyıl Rönesansı olarak adlandırılmıştır.
Bu dönemin Avrupası, Müslüman bilim insanlarının eserlerini Endülüs ve Mağrip yoluyla elde etmiş ve Latinceye tercüme edilmesi suretiyle adeta bilimle yeniden tanışmıştır.
Ortaçağ’da Endülüs (İspanya)’de görkemli bir İslam medeniyeti bulunmaktaydı. Bu dönemde İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Toskana ve Bavyera’dan bir çok kişi Endülüs’teki eğitim kurumlarında; sanat, ziraat, kumaş, cam-kağıt-bina-gemi yapımı vb. eğitimler ile birlikte tıp eğitimi de almışlardır.
Sonuç 
Günümüzün modern bilimi ve tıbbın ulaştığı seviye Avrupa’da yapılan çalışmalara ve eğitime borçludur. Avrupa ise Müslüman bilim insanlarının eserlerinin tercüme edilmesi ve uygulanan eğitimlerin adapte edilmesiyle gelişmiştir. Bu bakımdan Doğu Dünyası Altın Çağında kendinden önceki Antik Yunan dönemi bilimlerinin korunması ve gelişimini sağlamakla kalmamış, Avrupa’yı etkileyerek bilimin bugünkü seviyeye ulaşmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
Avrupa’da İslam kaynaklarından faydalanarak antik dönem bilim ve düşüncesiyle ilişki kurulmuş ve 12. yüzyıl Rönesansı gerçekleştirilmiştir. Bu ilk Rönesans, 15. yüzyıldaki İkinci Dönem Rönensansını, o da XVIII. yüzyıl bilimsel devrimini tetiklemiştir.
Kaynakça
Ağaoğulları, Mehmet Ali ve Köker, Levent,İmparatorluktan Tanrı Devletine, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2004.
Dağ Mehmet, Öymen R., İslam Eğitim Tarihi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1974.
Elizabeth M. Varcarolis, Foundations of Psychiatric Mental Health Nursing. 3rd Edition, Philadelphia, Sounders Company, 2008.

Erdem, Gazi, “İslam Kültür Tarihinin İlk İlimler Akademisi: Beytü’l-Hikme”, Dini Araştırmalar, Ocak-Haziran 2013, C.16, Sayı:42.
Fischer, Markus “Feudal Europe, 800-1300: Communal Discourse and Conflictual Practices”International Organization, Vol. 46, No. 2, 1992.

Kishlansky, Mark A. Batı’nın Kaynakları: Batı Medeniyeti Okumaları - Cilt I, İstanbul: Açılım Kitap, 2009.  
Kocabaş, Şakir, “İslam ve Bilim”, Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, Sayı:36, 2014.
Sağlam, Mehmet “ Bilim ve Teknolojik Gelişimenin Sosyla ve Kültürel Boyutları”, 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C.5, Sayı:1, Ocak 1990.
Sayılı, Aydın, “Ortaçağ İslam Dünyasında İlmi Çalışma Temposundaki Ağırlaşmanın Bazı Temel Nedenleri”, DTCF Felsefe Dergisi, 1963.

Sassen, Saskia, Territory, Authority, Rights: From Medieval to Global Assemblages, Princeton: Princeton University Press, 2006.

Smith, Julia M. H.,Europe after Rome: A New Cultural History 500–1000, New York: Oxford University Press, 2005.

Tekin, Segâh, Sipahi,  Esra Banu, “Kent, Yönetim, Din, Siyaset ve Düşünce Bağlamında Orta Çağ Avrupasına İlişkin Genel Bir Değerlendirme”, Tarih Okulu Dergisi (TOD) Journal of History School (JOHS), Mart 2014, Yıl 7, Sayı XVII..

Orhan Öztürk, Ruh Sağlıgı ve Bozuklukları. 8. Basım, Feryal Matbaası Ankara, 2008.

Opello, Walter C., Jr. ve Rosow, Stephen J., The Nation-State and Global Order: A Historical Introduction to Contemporary Politics, Boulder, CO: Lynne Rienner Publishers, 1999.
Öztürk, Levent, İslam Toplumunda Hıristiyanlar, İz Yay., İstanbul, 1998.
Ulusoy M.Filiz, & Görgülü, Selma, Hemşirelik Esasları-Temel Kuram Kavram İlke ve Yönetemleri, C.I,. 2. Baskı, TDFO Ltd. Sti., Ankara, 1996.

Topdemir, Hüseyin Gazi, “İslam Dünyasında Tıp”, Bilim ve Teknik, Ağustos 2012.
Yalçınkaya, Ayhan, İlahi SiyasetSokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, Mehmet Ali Ağaoğulları (Ed.), , İstanbul: İletişim, 2011.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder