İnsan Bilgisinin Sınırları Var mı?

 


İnsan Bilgisinin Sınırları Var mı?

İnsanlığın geleceğini belirleme noktasında, bilginin sınırlarının ne olduğu sorusu
kadar önemli hiçbir soru yoktur. İnsan her şeyi bilebilir mi? İnsanoğlu akıl ve bilimin yardımıyla, evrenin bütün gizlerine ulaşabilir mi? Sonra bu bilgi yardımıyla tüm insanların bolluk içinde mutlu yaşadığı bir yeryüzü cenneti inşa edebilir mi?

Bu soruya iki ayrı yanıt verilmiştir. Birinci yanıt olumludur. Olumlu yanıtı veren filozoflar, insanın bilgisine bir sınır getirilemeyeceğini düşünürler. İnsan, onlara göre, kendi zihninden bağımsız bütün bir varlık alanını bilebilir; var olanları, oldukları şekliyle kavrar. Akla bilime sarsılmaz bir inanç besleyen bu filozoflara epistemolojik açıdan, realist filozoflar denir.

Fakat bir grup filozof ise insan bilgisinin sınırlı olduğunu söyler. Bu türden filozoflara idealist denmektedir. Örneğin, ünlü İngiliz düşünürü idealist George Berkeley (1685-1753)'e göre insan, kesin ve doğrudan bir biçimde, dış gerçekliği değil de yalnızca kendi zihnindekileri, zihin içeriklerini bilebilir. İnsan, dış dünyadaki varlıkları ancak dolaylı bir biçimde, onların kendi zihnindeki temsilleri veya yansımaları aracılığıyla bilebilir.

Berkeley, bir filozof olduğu kadar bir din adamıydı. Modern bilimi iyi biliyordu ve onu çok önemsiyordu. Ama bilime sarsılmaz bir inanç beslemenin, bilimi temele almanın Avrupa uygarlığını materyalizme götüreceğine inanmıştı. Materyalizm, gerçekten var olanın madde olduğunu söyleyen görüştür. Berkeley, materyalizmin güç kazanmasının Avrupalıları en sonunda kaçınılmaz olarak ateizme götüreceğine kanaat getirmişti. O, bu düşüncelerle de yetinmedi; insanın evrenin yaratıcısı Tanrı'yı unutarak kendisini evrenin sahibi olduğunu düşünmeye başlamasından da nihilizmin çıkacağını düşünme durumuna geldi. Bu durumu önleyebilmek için, ilişkiyi ya da öncelik düzenini tersine çevirmeye çalıştı. Gerçekten var olan, ona göre, madde değildi; var olan ruh ya da zihindi. Bu ruh da insan ruhuydu ya da ilahî ruhtu. Felsefesinde bu yüzden, “Var olmak algılanmış olmaktır.” dedi.

Aynı şekilde, ünlü Alman düşünürü Kant da bilime çok inanan bir filozoftu.
Hatta en önemli eseri olan Saf Aklın Eleştirisi'nde temele Newton fiziğini temellendirmeye çalışmıştı. Ama o da bütün yolu bilimle almayı doğru bulmadı.

Bilimi temellendirdikten sonra, başka şeylere daha ihtiyaç olduğunu söyledi.
Kant, bu görüşünü ifade ederken, varlığı ikiye ayırdı. Fenomen ve numen. Fenomen, insana görünen varlıktı. İnsanın izlenimler aldığı, gözlemlediği varlık olmak durumundaydı. O, insanın bilim alanında fenomenleri, yani kendi zihninin yapısına veya kuruluşuna uygun düşen şeyleri bilebileceğini söylüyordu. Numen ise insana görünmeyen, insanın izlenimler almadığı varlıktı. Kant,  Bizim numenlerimizi bilemeyeceğimizi söyledi. Ona göre, biz varlığın  bizzat kendisini değil de ancak görünüşünü bilebiliriz.



KİMSENİN OLMADIĞI BİR ORMANDA, BİR AĞAÇ DEVRİLDİĞİNDE SES ÇIKARIR MI?


Bir zamanlar, iki genç felsefeci varmış. Bir gün ormana gitmişler. Ormanda yürüyorlar, bahar gününün etrafa saçtığı güzelliklerin ve şen seslerin keyfini çıkartıyorlarmış, Kuşlar ötüyor, yapraklar, esen yelin etkisiyle, birbirlerine sürtünerek hışırdıyormuş. Bilgi aşığı iki felsefeci, bir süre oradan buradan konuştuktan sonra, bilginin Sınırları konusunda tartışmaya başlamışlar.

Felsefecilerden biri diğerine sormuş: "Söyle bana, şu eski soruyu bilirsin-kimsenin olmadığı bir ormanda bir ağaç devrildiğinde ses çıkar mı?" Tabi bilirim demiş öteki de cevaben, "O soruyu herkes bilir." "Ee, cevabı?" "Sen biliyor musun?" diye sormuş ikinci felsefeci. "Bilseydim sormazdım." diye cevaplamış birincisi. Bunun üzerine ikinci felsefeci, Tek yapacağın, şöyle etraflıca bir düşünmek ve kesin cevabın muhtemelen ne olabileceğini görmek." demiş. Tam O sırada, iki felsefeci birden birbirlerine bakmışlar ve birinci felsefeci, zihninde bir şimşek çakar gibi sorunun yanıtını bulmuş. Yanıt..


Düşünelim

Kimsenin olmadığı bir ormanda ağaç devrildiğinde ses çıkar mı? Sorusuna nasıl bir yanıt verilebilir?

Prof Dr. AhmetCEVİZCİ nin Felsefeye Giriş kitabından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder